roman

Üçüncü Şarkı, Oğuz Atay

Siz de benim gibi,
Günleri
Sevgiyle isteyerek
Değil de, takvimden yaprak koparır gibi gerçek
Bir sıkıntı ve nefretle yaşadınızsa, Ankara güneşi sizin de
Uyuşturmuşsa beyninizi, Ata’nın izinde
Gitmekten başka bir kavramı olmayan
Cumhuriyet çocuğu olarak yayan,
Pis pis gezdinizse (o sıralarda adı Opera Meydanı olan)
Hergele Meydanı’nda, bu sarı ve tozlu alan
İğrendirmediyse sizi,
Bir taşra çocuğu sıfatıyla özlemeyi bilmiyorsanız denizi,
Kaybettiniz (benim gibi).
Oysa,
Aynı Hergele Meydanı’nda,
Gölgede on beş, güneşte yedi buçuğa tıraş eden
Berberleri görmeden
Yalnız renkli yanını yaşadınızsa hayatın
Ver hergele ve beygir olduğunu duymadınızsa atın,
Sakalı uzamış seyyar satıcılara kese kâğıdı satmadınızsa,
İçinde süt ve salebin olmadığı “dondurma
kaymak” tan tatmadınızsa
(Aynı Hergele Meydanı’nda)
Kazandınız. (Kimse yoktu -çirkinlikten başka-
Selim’in yanında)
En bayağı ve en müstehcen
(Fakat fiyatı ehven)
Romanları kiralamak için gecesi beş kuruşa,
Samanpazarı’na çıkan yokuşa
Değil de sağa sapın. Etiler’in at oynatmış olduğu
                                                                                      Ankara’da
Hamalların gittiği Sümer sinemasıyla aynı sırada,
Pardayan, Pitigrilli ve Fantoma
Ve Hayber Kalesi ve Tahir ile Zühre bir arada
Yığılmış bir tezgâhın üstüne. “Geceleri okumayınız”
Orhan Çakıroğlu’nun maceralarını.
Selim Işık, dünü bugünü yarını
İşte bu ortam içinde öldürdü.
Eksiklik duygusunun acısıyla güldürdü.
Ucuz düşüncelerindeki ucuz düzen, ucuz romanların
                                                                            ucuz yaşantısı
Ucuz huysuzlukların ucuz saplantısı
Ucuz ucuz ucuz ucuzdu.
Dalgın, sinirli, suskun huysuzdu.

Altımızda kalabalık bir aile otururdu.
Masasının üstünde bir kuru kafa dururdu,
Ortanca oğulları tıp talebesi Saffet’in
(Sırıtan bir kâbustu benim için.)
Ne olur şu kuru kafayı kaldırınız
Beni korkutmaya yok hakkınız
Herkes doktor olmaz ki,
Siz bana iyisi mi
Nâzım’dan şiirler okuyun.
Hani şu “Culûs-u Hümayun”
Diye sözlerini pek anlamadığım
Fakat mısralarının sesini sevdiğim şiir,
Bir de “Ölüme Dair”
Sonra da Liszt’in İkinci Macar Kampanasını
Ve Puccini’nin Tosca Operasını
(Canım, mandolinle çaldığım arya)
Çalarsınız gramofonda.
Bir yumuşama gelir yüzüne
Kafatası durur gene
(Fakat bir tülbentle örtülü)
Caruso’nun eski plakta hırıltılı sesi duyulur yalnız
Sonra tıp talebesiyle kurşun asker oynarız.

Cranium fibula radius
Sacrum patella carpus
Nasıl ezberlenir Allahım
Arapça dua eden insanın Latince kemikleri?
Saffet kulun anatomiden çaktı,
Selim kulunla oynamayı bıraktı.
Alt katta bir kiracı daha: Ecmel Karakaş
Ve gayrî meşru karısı (yavaş
Söyle duymasınlar) Bana yüz vermiyor bahçede
                                                                                     güzel kızı
(Oysa, bahçede geçirdim bütün yazı)
Dut ağacına çıkıyor benden kaçarak,
“Sen de arkasından çıksana ahmak!”
Daha daha: pısırık, beceriksiz, korkak.

En üst katta, karşımızda, Arif Beyin refikası
Laima Hanım ut çalardı (Sarahaten acaba söylesem
                                                                                 darılmaz mı?)

İster taşrada ister İstanbul’da olsun
İster burnunuza mangal dumanı dolsun
İster merdiven sahanlıklarınızda
Kalorifer dairesinden gelen linyit kokusu,
Hepsinden daha kuvvetli ve etkilidir dokusu
İçinize işleyen “alaturka”nın. Küçük yaşta içirilir
                                                                                          yavaşça
                           Derinin altına (çiçek aşısı gibi). Arkadaşça
Sokulur okşayarak,
“Sine-i sûzanımı” eder helak.
Pek tesiri duyulmasa da gündüz
(Çünkü o saatlerde ya kahvede vakit öldürürüz,
Ya da paydos zilini bekleriz dairede)
Saat beş oldu mu, bin altı yüz kırk sekiz metrede
Ve bilmem kaç kilosikılda başladı mı yayına Türkiye
                                                                                      Postaları,
Yatağında zevkle inletir hastaları
Hemen fasıl heyeti,
Duyulur dört bucağında yurdun. Akşam nöbeti
Tutan sınırdaki erden,
İki kere mars oldu üst üste diye, terden
Pantalonu iskemleye yapışan pişpirik İsmail’e kadar
Herkesin ciğerine mikroplu havayla birlikte dolar.

Sırtı hafif kamburlaşmış ve dar göğüslü
Tamburlardan yavaşça yayılır havaya, akşamüstü.
Efendiyi ve uşağı birlikte mesteden
Makamdan makama ve besteden
Besteye geçerken
“Tek tek ataraktan, bade süzerekten”
“Çıkmam Allah etmesin meyhaneden”
Çıkmam kokusuyla alaturkasıyla beni kahreden
İçki Evinden, ölmeden önce.
Bence
Alyuvarlar, akyuvarlar, bir de alaturkadan mürekkeptir
                                                                                        kanımız.

Dinlerken sıkılsa da canımız,
Nasıl bir şeydir (acaba güzel midir?)
Kim bilir.
Benim kanıma giren başka bir sanat:
Darülbedayi’de tuluat.
(Taşırım bugün de izlerini.)
Annem, ölü doğurduktan sonra ikizlerini,
Bana gebe kaldığının yedinci ayında,
Tepebaşı’nda, tiyatronun salaş sarayında
(Darülbedayi’de) Hâzım’ın “Lüküs Hayat” oyununda,
O kadar gülmüş o kadar gülmüş ki, sonunda
Korkmuş, bir şey olacak diye karnındaki Selim.
Oysa Selim, bildiğiniz gibi, elim
Olmak isterken gülünç oldu bu sayede.
Büyük bir inhiraf oldu gayede.


Üçüncü Şarkı, Oğuz Atay – Roman, Bir Kısmı
Kaynak: Tutunamayanlar, Oğuz Atay, İletişim Yayınları
Gönderen: Samet Altun, (06.10.16, 02.03)