şiir

Kötü Kan, Arthur Rimbaud

   Göğ gözüm, kuş beynim ve kavgadaki toyluğum Galyalı atalarımdan kaldı bana. Onlarınki kadar barbarca buluyorum kılığımı. Ama saçlarımı yağlamıyorum.
   Çağlarının en ahmak hayvan yüzücüleri ve ot yakıcılarıydı Galyalılar.
   Onlardan kalma bana: puta tapma, günah tutkusu; oy! bütün çirkeflikler, öfke, şehvet, —görkemli şehvet; —özellikle de yalan ve tembellik.
   Bütün uğraşılardan iğreniyorum. Ustalar da işçiler de, hepsi hödük, hepsi iğrenç. Bir el ha kalem tutmuş, ha saban! Ellerin çağı! —Asla ellerimle geçinmeyeceğim. Uşaklığın sonu yok. Dürüstlük dilencilikse ben yokum. Caniler iğdişler gibi tiksindiriyor beni; ben benim, el değmemiş, o kadar.
   Ama! tembelliğimi şimdiye dek yönlendirip sürdürecek kadar dilimi böylesine yalancı kılan kimdi?
   Hiçbir şeyden, kendi bedenimden bile yararlanmadan ve bir karakurbağasından daha başıboş, önüme gelen yerde yaşadım. Avrupalı bir tek aile kalmadı tanımadığım. —Benim ailem gibi her şeyi İnsan Haklarına borçlu aileleri demek istiyorum. —Her tür iyi aile çocuğunu tanıdım.

*

   Fransa tarihinin herhangi bir döneminde geçmişim olsaydı!
   Ama nerdee!..
   Aşağılık bir soydum hep, çok açık. Ayaklanmayı kavrayamıyorum. Yalnızca yağmalamak için ayaklanmıştı soyum: öldürmeyip saldıran kurtlar gibi.
   Kilisenin büyük kızı Fransa’nın tarihini anımsıyorum. Ben, köylü, ziyarete giderdim kutsal toprakları; kafamda Souab ovalarındaki yollar, Bizans görüntüleri, Kudüs’ün kale bedenleri: Kır perilerinin arasındayım ve birden yüreğimde Meryem inancı doğuyor, çarmıha gerilen İsa’ya acıyorum. —Güneşin kemirdiği bir duvarın dibinde, çömlek kırıkları ve ısırganlar üstüne oturmuş cüzzamlıyım. —Daha sonra ben, Fransa hizmetinde çalışan Alman süvarisi, kamp kurardım Almanya geceleri altında.
   Oy! yine: kırmızı bir düzlüğünde ormanın, yaşlı kadınlar ve çocuklarla dans ediyorum.
   Bildiğim yalnızca bu topraklar ve Hıristiyanlık. Kendimi hep o geçmişte görmek isterdim. Ve hep yalnız; kimsesiz; hangi dildi konuştuğum? Ne İsa’nın, ne de O’nun temsilcileri olan Derebeylerinin meclislerindeki ben’im.
   Kimdim geçen yüzyılda: yalnız bugün buluyorum kendimi. Ne göçebeler var artık, ne garip savaşlar. Her şeyi kapladı aşağılık soy —halk denen şeyi, usu, ulusu ve bilimi.
   Oy! bilim! Yeniden düzene kondu her şey. Beden ve ruh için —dua yerine, —tıp var, felsefe var, gözden geçirildi her şey, kocakarı ilaçları, halk türküleri. Ve hükümdarların eğlenceleri, yasakladıkları oyunlar! Coğrafya, kozmografya, mekanik, kimya!..
   Bilim, yeni soyluluk! İlerleme! Dünya yürüyor! Neden dönmesin ki?
   Sayıların tansığı bu. Tin‘e gidiyoruz. Hiç şaşmaz, kehanet bu söylediğim, duyuyorum, açıklamaya kalksam zındıksın diyecekler, susmalı.

*

   Kabarıyor yine zındık damarım! Tin yakın: neden yardım etmiyor bana İsa, yüreğime soyluluk ve özgürlük katarak? Yazık, vadesi doldu İncil’in! İncil! İncil.
   Bekliyorum Tanrı’yı oburca. Aşağılık soydanım oldum olası.
   İşte Armorique kıyılarındayım. Yansın akşamda kentler. Günüm doldu; gidiyorum Avrupa’dan. Yakacak ciğerlerimi deniz havası; yağızlaştıracak tenimi yitik iklimler. Yüzeceğim, ot döveceğim, avlanacağım ve de tütün içeceğim; kızgın demir gibi sert likörler içeceğim, —o sevgili atalarımın ateşin çevresinde yaptıkları gibi.
   Döneceğim, demir kollar ve demir bacaklarla, derim kararmış, gözlerim öfkeli: yüzümden okunacak güçlü bir soydan olduğum. Altınım olacak: aylak ve kaba olacağım. Sıcak ülkelerden dönen, vahşi sakatlara bile ilaç verip bakıyor kadınlar. Siyasete burnumu sokacağım. Kurtulacağım.
   Şu an cehennemliğim, yurdumdan iğreniyorum. İyisi kumsalda sızıp bir uyku çekmek.

*

   Gidemiyorum. Çirkefimi, aklım erdiğinden beri acılı köklerini böğrüme süren, —gökyüzüne yükselen, beni döven, yere çalan, sürükleyen çirkefi yüklenip şu yolları tepelim.
   Son kez, yine saf, yine çekingen kalmalı. Tamam. Tiksintilerimi, ihanetlerimi dünyaya taşımak yok.
   Haydi bakalım! yürüyün benimle, sırtımdaki yük, çöl, can sıkıntısı, öfke.
   Kime kiralasam kendimi? Hangi hayvana tapsam? Hangi mübareğe saldırsam? Hangi kalpleri kırsam? Hangi yalanı söyleyip dursam? —Hangi kanda yürüsem?
   En çok da şu yasalardan kendimi korumalıyım. —Yaşam katı, vurdumduymazlık kolay, —buruşmuş elinle kaldır kapağını tabutun, otur, boğul. Böylece ne yaşlılık derdi kalır, ne de tehlike korkusu: dehşet, Fransızların harcı değil.
  — Öylesine kimsesizim, oy! hangi ermiş olursa olsun, işte sunuyorum yetkinliğe can atan özlemlerimi ona.
   Ey özverim, yücelerden yüce iyilikseverliğim, şu ölümlü dünyada!
   De profundis Domine, kafayı mı üşüttüm ne!

*

   Ufacık bir çocukken, zindana atılmış, pes etmeyen o kürek mahkûmuna hayranlık duyardım; varlığıyla ihya ettiği hanları, odaları ziyaret ederdim; onun gözüyle görürdüm mavi göğü ve kırın çiçekli emeğini; yazgısını duyumsardım kentlerde. Bir ermişten daha güçlü, bir yolcudan daha sağduyuluydu, —Oydu, tek o! utkusunun ve usunun tek tanığı.
   Kış gecelerinde, yollarda evsiz barksız, urbasız, ekmeksiz aşsız yürürken, sarılıp kucaklardı bir ses buz tutmuş yüreğimi: ”Ya güçsüzlük ya da güç: seç bakalım, güç dedin. Ne nereye gittiğini, ne niçin gittiğini biliyorsun; her yere gir, her şeyi yanıtla. Ölmüş eşek kurttan korkmaz.” Ertesi sabah gözlerim öyle dalgın, öyle cansızdı ki rastladığım insanlar belki de görmeden geçtiler beni.
   Yan odada bir lamba dolaşırken nasıl görünürse ayna ve ormanda hazine, işte öyle kırmızı ve kara görünüyordu kentlerdeki çamur bana! Ne şans diye bağırmış ve bir deniz görmüştüm gökyüzünde, alevler ve duman denizi ve sağda solda bir milyar yıldırım gibi yanıyordu tüm zenginlikler.
   Ama, içkili sofralar ve kadınlarla dostluklar yasaklanmıştı bana. Tek bir arkadaşım bile yoktu. Öfkeli bir kalabalığın önünde, bir idam mangasının karşısında, anlayamadıkları bir mutsuzlukla gözleri yaşlı, uğradığı haksızlığı bağışlayan biri — Jeanne d’Arc — gibi görüyordum kendimi! —”Rahipler, öğretmenler, efendiler, yanlış iş yapıyorsunuz tüzeye teslim ederken beni. Hiçbir zaman bu halktan biri olmadım; Hıristiyan değildim hiç; cehennem azabında şarkı söyleyen soydanım; yasalardan anlamam; aktöre nedir bilmem, yontulmamışın tekiyim! yanlış iş yapıyorsunuz.”
   Doğrudur bu, gözlerim kapalı ışığınıza. Hayvanım, zenciyim. Ama kurtulmuş olabilirim. Sizler göstermelik zencilersiniz, sizler kafadan sakatlar, yırtıcılar, pintiler. Tecimen, zencisin sen; yargıç, zencisin sen; general, zencisin sen; imparator, yaşlı bit, zencisin sen: Şeytanın ürettiği kaçak likörü içtin. Sıtma ve kanser soluyor bu halk. Sakatlar ve yaşlılar kazanlarda kaynamayı isteyecek kadar saygın. —Yapılacak şey en kötüsünden, gitmek, şu soytarıların önüne bir kemik atmak için çılgınlığın kol gezdiği bu kıtayı terk etmek. İşte Ham oğullarının gerçek krallığına giriyorum.
   Doğayı tanımış mıyım? Kendimi tanımış mıyım? —Susalım. Ölüleri karnıma gömüyorum. Çığlık, davul, dans, dans, dans! Beyazlar karaya çıkarken hiçliğe yuvarlanacağım saati bile kestiremiyorum.
   Açlık, susuzluk, çığlıklar, dans, dans, dans, dans!

*

   Karaya çıkıyor beyazlar. Dualar! Vaftize katlanmak, giyinmek, çalışmak gerek.
   Yüreğime vurdular son darbeyi. Ummadığım anda, oy!
   Hiç kötülük yapmadım. Günlerim kaygısız geçecek, pişmanlıklar canımı yakmayacak. Cenaze mumları gibi katı ışığın yükseldiği, iyiliğe hemen hemen taş gibi sağır ruhun acılarını duymayacağım artık. İyi aile çocuğunun yazgısı, saydam gözyaşlarıyla kaplı mevsimsiz tabut. Sefihlik kötü kuşkusuz, çirkef kötü; kaldırıp atmak gerek bir kenara kokuşmuşluğu. Ama sadece yalnız bir hüznü çalamayacak saat! Bütün acıların unutulduğu cennette oynamam için küçük bir çocuk gibi kaçıracaklar mı beni?
   Acele etmeliyim! başka yaşamlar var mı? Zenginsen uyuyamazsın. Hem zenginlik her zaman kamu malıydı. Yalnızca kutsal sevi açar bilimin kapılarını. İyiliğin oynandığı bir sahneden başka şey değil doğa. Hoşça kalın ham hayaller, ülküler, yanılgılar! Meleklerin ussal şarkısı doğruluyor kurtarıcı tekneden: kutsal sevda bu. —İki sevda! Canımı verebilirim şu dünya için, canımı verebilirim sadakat için. Gidişimle acıları artacak olan canları geride bıraktım. Sizler, beni kurtardınız batan gemiden; ötekiler dostlarım değiller mi? 
   Onları da kurtarın!
   Toparladım kendimi. Dünya iyi. Kutsayacağım yaşamı. Seveceğim kardeşlerimi. Artık bu verdiğim sözler ne çocuk sözü, ne de yaşlılık ve ölümden kurtuluş umudu. Tanrı bana güç veriyor ve Tanrı’ya şükrediyorum.

*

   Sıkıntı sevgilim değil artık. Coşkularıyla birlikte yıkımlarını da bildiğim kudurganlıklar, sefihlikler, çılgınlık, —omzumdaki bütün yükü indirdim. Kantarın topunu kaçırmadan tartalım, suçlu muyum, suçsuz mu.
   Birkaç sopayla kurtuldum demezdim. Bir gemide gerdeğe girecekmişim, İsa da kaynatam olacakmış, buna inanıyorum.
   Aklımı peynir ekmekle yemedim. Tanrı dedim. Esenlikle özgürlük istiyorum: nasıl sürdürebilirim özgürlüğü? Gelgeç zevkler terk etti beni. Artık ne sadakata, ne kutsal seviye gereksinim duyuyorum. O duyarlı olduğum çağlara da özlemim yok. Herkes kendince haklı, hor görür, iyilik yapar. Sağduyunun kutsal merdiveninde en üst basamağa konduruyorum kendimi.
   Alışılmış mutluluğa gelince; ister evcil, ister değil… Hayır, bu benim işim değil. Sefih mi sefihim, güçsüz mü güçsüzüm. Yaşam emekle yeşerir, eski bir gerçektir bu; ya benimki, yeteriyle oturaklı değil henüz yaşantım, eylemin, dünyanın o en değerli noktasının üstündeki uzaklarda bir yere dalgalanıp uçuyor.
   Evde kalmış kıza döndüm nasıl da, ölümü sevecek kadar bile yürekli olmayan!
   Tanrı bana da verseydi o kutsal, o göksel esenliği, dua gücünü, —eski ermişlere verdiği kadar. —Ermişler, güçlüler! keşişler ve sanatçılar, çoğalan, gerekmediği kadar!

*

   Yeter! İşte ceza. —İleri!
   Ciğerlerim yanıyor oy, şakaklarım zonkluyor! Yuvarlanıyor gece gözlerimde şu güneşle! Yüreğim… kollarım, ayaklarım…
   Nereye gidiyoruz? kavgaya mı? güçsüzüm! ilerliyor diğerleri. Araç gereçler, pusatlar… ve zaman!
   Ateş! ateş edin üstüme! Buradayım! Teslim olurum yoksa! —Alçaklar! Kendimi öldürüyorum! Atların ayakları altına atıyorum kendimi!
   Oy!
   — Alışacağım buna.
   Bir Fransız’a da bu yaraşırdı, onurun patikası!          


Kötü Kan, Arthur Rimbaud – Şiir
Kaynak: Bütün Şiirleri, Arthur Rimbaud, Varlık Yayınları
Gönderen: Samet Cevher, (07.10.18, 23.17)