roman

Şarkılar, Oğuz Atay

Süleyman Kargı ayağa kalktı; hızlı adımlarla, odanın içinde dolaşmaya başladı. Turgut’un önünde durdu. “Piyano çalmayı çok isterdim,” dedi donuk bir sesle. “Şimdi piyanoya oturur, kelimelerle ifade etmekte güçlük çektiğim bütün duygularımı, acılarımı tuşlara dökerdim. Bazen şiddetli, bazen yavaş basardım onlara. Kim bilir ne ince ayrıntıları vardır o dokunuşların? Kelimeleri, daha önce, öyle kötü yerlerde kullanmış oluyoruz ki, kirletir diye korkuyoruz duygularımıza dokunursa. Seslerin başka türlü bir dokunulmazlığı var.” “Ben de sayfalarınızı çevirebilecek kadar notadan anlamak isterdim,” dedi Turgut aynı donuk sesle. Sonra hemen ekledi: “Beni durdurmazsanız pişman olursunuz. Bir yerde bana dur demek gerekir.” Süleyman Kargı başını salladı. “Selim’i de durdurmazdım.” Gülümsedi. “Sizleri durdurmak mümkün değildir. İçinizden devam edersiniz sonra.” Turgut: “Bizim metotu Selim size öğretmiş galiba,” dedi. “Üstelik, bizim gibi ipin ucunu kaçırıp halının üstünde yatmıyorsunuz sonunda.” “Gelin bir anlaşma yapalım Turgut: siz demeyi bırakalım karşılıklı. Böylece ben de kadınlardan bahsetme fırsatını bulurum belki.” Turgut: “Öğretmiş, öğretmiş,” dedi. “Sana da öğretmiş.” “Selim bir şey bildiğini sansın da, onu başkasına öğretmesin. İmkân var mı buna?” “Hafızasını da bu yüzden kuvvetli sanırlardı,” dedi Turgut aceleyle. Süleyman Kargı kitaplara baktı: “Ne kadar çok şeyi birden aklında tutardı gerçekten. Ona, gereksiz bir sürü şey bildiğini söylerdim. ‘Bir yerde lazım olur,’ derdi. ‘Biz, harp çocuğuyuz. Hiçbir şeyi atamayız kolayca. Ona da bir müşteri çıkar.’” Birden Turgut’a döndü: “Onun öldüğüne gerçekten inanıyor musun?” Turgut yerinde sarsıldığını hissetti. “Bu sözünü hiç unutmayacağım,” dedi.

Selim’in ölümü gene odayı kapladı. Güneş tutulması gibi bir şey. Kelimelerin dağıtamadığı bir ağırlık. Ona anlatmalıyım, diye düşündü Turgut. Sonra bu zamanı konuşmadan geçirdiğim için pişman olacağım. Buradan ayrılınca, her şey eski karanlığına gömülecek. Bu anlayışı arayacağım boş yere. “Büyük bir karanlık hissediyorum,” dedi. “Tanıdığım Selim’i göremiyorum bu karanlık içinde. Benimle konuşmuyor. Sorularıma cevap vermiyor. Beni suçluyor. Kendimi suçluyorum.” Sustu. Beni yanlış anlayacak; sonra hiç konuşmayacak. Aceleden şaşırıyorum. Beklemesini bilmiyorum. Masanın yanındaki aynaya takıldı gözü. Orada zavallılığını gördü, “büyük ve güzel” şeylerin yokluğunu gördü yüzünde. Yıllarca yanı başında yaşayan Selim’in, bu yüzü güzelleştirmesine nasıl izin vermediğini, sunulan zenginlikleri nasıl kör bir inatla geri ittiğini gördü. “Bir dostun varlığı güzel bir şeydir; fakat bir dosta ihtiyaç duymadan yaşayabilmektir önemli olan” sözünü söyleyen Turgut’un fakir suratını gördü. Aynalarla arası iyi değildi bugünlerde. Yanımda dururken, ona elimi uzatmak mesele değilken… farkında olmadığım bir varlığı sadece elimden kaçırdım diye peşinden… “Başka çare göremedi demek kendini anlatmak için,” dedi Süleyman Kargı. “İnanmıyorlar ki. Elle tutulur deliller istiyorlar. Yok canım, o kadar değil, diyorlar her zaman. Ölmezsin, diyorlar. Bu da geçer… Olaylar haklı çıkarıyor onları çoğu zaman. Milyonda bir de olsa yanılma, ağır ve elim yanılma sessizce belirince… Milyonda bir için hayatı zehir etmeye değer mi? diyorlar onlar. Onlar, biz, hepimiz…” Turgut ümitsizlikle başını salladı: “Başka bir yol olmalıydı,” dedi. “Bir yol bulunmalıydı. İnsana bir fırsat verilmeliydi. Bana, sana hiç olmazsa… Bu çaresizliğe dayanamıyorum. Bir defaya mahsus olmak üzere bir istisna yapılmalıydı. Kâğıtlarınızda bir noksanlık var, bir imza eksik diye geri çevrilmeliydi Selim. Özür dileriz, kabul edemeyiz; bazı noktaları unutmuşsunuz denemez miydi?… Turgut’u, Süleyman’ı unutmuşsunuz; bilseniz ne merakla bekliyorlar sizi. Bütün karakollara haber vermişler, her yeri aramışlar. Neden haber vermediniz çıkarken?… Dikkat et Selim… canın acıyacak dur… söz veriyorum… her şeyi yeniden konuşacağız. Selimciğim Işık… hepsi hak verecek sana… durmadan başlarını sallayarak, haklısınız, haklısınız, diyecekler… sen gitmek istesen de bırakmayacaklar seni… ne olur biraz daha kalın, daha yeni başlamıştık konuşmaya… söyleyecek o kadar söz vardı ki… canım Selim… hayır Süleyman Kargı! İnanmıyorum Selim’in öldüğüne. Reddediyorum! İnkâr ediyorum.” Nefes alamıyordu. “Bir şeyler yapmak, bir yere tutunmak istiyorum.”

Süleyman Kargı yerinden kalktı, kütüphanenin yanına gitti. Turgut’a dönerek: “Selim gibilerine işte böyle yaparlar,” dedi. “Birdenbire yüklenmezler üstüne. Önce bırakırlar istediği gibi düşünsün her şeyi. Dünyayı dilediği gibi anlamasına, yaşamasına, hissetmesine izin verirler. Hatta alkışlarlar, överler onu. Büsbütün çileden çıksın da geri dönemesin diye. Sonrasını biliyorsun işte.” Eğildi, kütüphanenin alt gözünden bir dosya çıkardı; “Fakat Selim, bazı evrakını kaçırmayı başardı onlardan. Hiçbir iz bırakmadan kaybolacağını sananlar aldandılar. Ona cesaret verecek insanlar da vardı dünyada. Ve o, uzun boylu düşünmeden, hesaba kitaba kaçmadan, öylesine, içinden geldiği gibi, dünyasını kurmaya çalıştı; bu uzun şarkıları yazdı. ‘İstediğini yaz Selim,’ dedim. ‘Hiçbir korku aklını gölgelemesin.’ ‘Sonunda pişman olursun ama; dayanamazsın,’ dedi. ‘Boş yere yorulursun, usanırsın benden,’ dedi. ‘Zarar yok Selim be,’ dedim. ‘Bir insan da senin yüzünden sıkılsın; bir insandan da utanma! Ne olur?’


Şarkılar, Oğuz Atay – Roman, Bir Kısmı
Kaynak: Tutunamayanlar, Oğuz Atay, İletişim Yayınları
Gönderen: Samet Altun, (19.04.17, 21.54)