roman

Mısra 509: Gene böyle yaldızlı ve…, Oğuz Atay

Tarih bir tahriften ibarettir. Tarih, geçmişten geleceğe uzanan ve bugün gördüğümüz bir rüyadır. Bütün rüyalar gibi tarih de yorumlanabilir; ama görülürken değil. Selim, ılık bir sonbahar gecesi, ya da rüya oldukça uzun olduğu için, birkaç ılık sonbahar gecesi, aşağıda, ana çizgileriyle yeniden yaratmaya çalıştığımız rüyayı gördü:

Bir Alman tayyaresiyle şehrin üzerinde uçuyoruz. Yanımda Hitler var. Bir Alman keşif tayyaresiyle uçuyoruz. Uçağın gövdesi gamalı haçlarla dolu. Spitfire kelimesi kulaklarımda çınlıyor. Olamaz, diyorum. Oturduğumuz apartmanın üstüne geldik. Ben aynı zamanda, uçağı balkondan seyrediyorum. O zamanlar, uçak kelimesini henüz zarfların üzerinde kullanıyoruz. “Almanlar geliyor baba!” diye bağırıyorum. Babam da: “Onlara yeni harp ilan ettik; elbette gelecekler,” diyor. İçerideki misafirlerin ne olacağını soruyorum. Babam: “Hitler, anlayış gösterir,” diye karşılık veriyor. Balkondan içeriye giriyorum. Odada, çeşitli seviyelerde (tavana kadar) insanlar bulunuyor. Abdülhakhamit (tek gözlüğünden tanıyorum), ayağa kalkarak bana yaklaşıyor; herkesin rolünü ezberlediğini ve provaya başlayabileceğimi söylüyor. Kalabalıktaki insanları -herkes rolünü söyledikçe- birer birer seçiyor:

ABDÜLHAKHAMİT: Elli kadar Türk büyüğü (ve Osmanlı büyüğü sesleri) burada toplanmış bulunuyoruz (toplantı değil içtima sesleri). Sözümü kesmeyin. Ben elimden geldiği kadar Türkçeleştirilmişgibigillerden biri olarak davranmaya çalışıyorum. Lehavle.

SUFLÖR: Müzekkerdir: Lahavle.

ABDÜLKADİR: Burjuvalar, burjuvalar.

MAKSİM GORKİ: Küçük.

ALPASLAN: Sekiz yüz seksen yaşında olmam ve Malazgirt vaziyeti dolayısıyla ve en yaşlı üye sıfatıyla oturumu açıyorum.

HİTLER: Türk misafirperverliğinin bir örneğini daha gösterdiniz. Bu vesileyle, ölmüş bulunanlar için sizleri beş dakikalık saygı duruşuna çağırıyorum.

(Rüya zaman birimiyle dört milisaniye süren beş dakikalık saygı duruşu)

KALABALIK: (Gülmeyelim sesleri).

HİTLER: Teşekkür ederim.

TERCÜMAN: Danke sehr.

FUZULİ, BAKİ ve NEDİM: Biz Türk şiirinin üç gülüyüz, has bahçenin bülbülüyüz.

SUFLÖR: Düldülüyüz.

TÜRKBARIŞGÜCÜ: Burada toplanmaktan sosyalizmse maksadınız, onu tarihleri içine sığdıramayız.

TÜRKMÜTEFEKKIRLERCEMİYETİGENELİDAREKURULUÜYELERİ (hep bir ağızdan): Korsanlar.

ABDULLAHZİYA: Türk.

SELİM: Hep bir ağızdan konuşmayalım.

ABDÜLHAKHAMİT: Bir teklifim var. Önce marşımızı söyleyelim.

(Hep birlikte, “Hamsi koydum tavaya” türküsü marş şeklinde söylenir.)

(Alkışlar)

HİTLER: Aranızda bulunmaktan gurur duyuyorum. Büyükelçiye de söylemiştim. Bu münasebetle şurasını da belirteyim ki yaptığımız yeni yollarla Almanya’yı bir baştan öbür başa donattık. İşsizliği ilga ettik. Türkçe’yi yardımcı dil olarak okutuyoruz. Her şeyimiz çok sağlamdır. Biz de size hayranız.

OSMAN HAMDI BEY: Bize daha çok traktör gönderiniz.

MIZRAKSARSAN: Abdülhak Hamit’i okuyarak yeni düzenler kuruyorum. İltica ettiğimden beri gerek ilgililerden ve gerek sayın halkınızdan gördüğüm yakınlık, bu ülkenin ihmal edilmiş ve toprak altında yatan milli servetlerine ve onlarla birlikte yatan aziz şehitlerine saygıda kusur etmeden ve onları incitmeden yaşamak hususunda bana güven veriyor. Geçen gün Namık Kemal’le konuşuyorduk. Ona dedim ki: “Böyle giderseniz, yakında Türkçeleştirmediğiniz bir şey kalmayacak.”

NAMIK KEMAL: Sataşma var. Söz istiyorum.

ALPASLAN: Sayın delege iltifat buyuruyorlar. Sözlerini tavzih etsinler.

OSMAN HAMDİ BEY: Bize daha çok yağlıboya fırçası gönderiniz. Sözlerim yanlış anlaşılmasın.

ABDÜLKADİR: Sosyalizm, ülkenin gerçeklerine eğilmek üzere, ilk defa böyle bir kalabalık önünde tartışılmaktadır. Kimseden korkunuz olmasın.

NAMIK KEMAL: Peki, ya Kemalizm?

SELİM: Uzlaştırıcı bir formül teklif ediyorum. Bu toplulukta, bazı eski tüfekçilerin bulunması, bazı art niyetlileri tedirgin ediyorsa, buyursunlar gitsinler.

MIZRAKSARSAN: Benim hakkımda da dedikodu yapıyorlar.

ABDÜLHAKHAMİT: Ayıp, ayıp… Ne kadar ayıp. Bu kadar döviz sarfıyla getirilen ve bunca emeklere…

ABDÜLKADİR: Milletlerarası yardımlaşma fonundan getirilmiştir. Tek kuruşumuz dahi yurt dışına çıkmamıştır. Ayrıca, bunca yıldır bu uğurda savaşmış kardeşlerimizi muaheze etmeyi çirkin buluyorum.

BURHAN: Benim başkan olmam normaldir. Bu insanları bir araya toplamayı ilk önce Selim düşündüğüne göre…

BELEDİYEDEN BİR YETKİLİ: Yerlere tükürmeyin.

MECLİSİMEBUSANÜYESİ: Gizli çalışmalardan hayır gelmez. Gençler şurasını iyi bilmelidirler ki bu yere kolay vasıl olmadık. Padişahımızın iradesini küçümseyenlerin sonu hüsran olacaktır. Bu sözler bana eski bir hatıramı…

ALPASLAN: Bir görevli geldi; aramızdan biri 1908 plakalı arabayı kapının önüne usulsüz park etmiş..

(Hoparlörden bir ses duyulur: 1908 numaralı arabanın sahibi erkekse lütfen dışarı gelsin. Her kafadan bir ses çıkar. Toplantıyı dinleyici locasından takip eden bir kısım işportacılar kaçışır, polis geliyor sesleri. Bir delikanlı yerinden fırlar.)

DELİKANLI: Şimdi haber aldığımıza göre kapıda birtakım… (Heyecanından sözünü bitiremez. Yuh sesleri. Kapı bir tekmeyle açılır ve içeriye beraberindeki zevatla birlikte devrin başbakanı girer.)

DEVRİNBAŞBAKANI: Benden çekinmeyin arkadaşlar. Ben de bir vatandaşınızım! ve şu anda aranızda misafir olarak bulunuyorum. Gönül isterdi ki ben de sizler gibi yoldan geçen her vatandaş gibi, aranıza katılabileyim. Fakat hususi kalem müdürü, dilekçeleriyle kapıda bekleyen birtakım çilekeşlerin bulunduğunu haber verdi. (Açık duran kapıdan vatandaşlar, ellerinde dilekçeleriyle içeri dolarlar. Banka defterlerini çıkarırlar, başbakan onlara imza dağıtır. Polis de, kalabalığı dağıtır.)

ALPASLAN: Bu hususi bir toplantıdır. Sayın başbakan, sizi lütfen toplantıyı terke davet ediyorum. Vilayetten izin aldık. (Elini koynuna sokar ve Kutadgu Bilig’in ciltli ve tıpkıbasım bir nüshasını çıkarır. Başbakan çıkar. Alkışlar.)

BURHAN: Nerede kalmıştık?

ABDÜLHAKHAMİT: Bu çatının altına siyaset sokmayın.

BÎR ÇOCUK: Sayım suyum yok.

(Bu çocuğu içeri kim soktu sesleri. Devrinbaşbakanı girer ve çocuğu elinden tutarak götürür.)

ŞÜKRÜ: Bizim de kongreye bir teklifimiz var. Anayasanın madde madde yorumlanmasını istiyoruz. O zaman görülecektir ki bizce isimleri malum olanların düşündüğünün tersine, anayasa işportacılara geniş hak ve yetkiler tanımaktadır. Paris’te doktora yaptık diye ortaya çıkanların maskesi bu sayede düşürülecek ve emekçiler kendi kaderlerine sahip çıkacaklardır. Buraya kumda oynamaya gelmediğimizi herkes kafasına iyice yerleştirmelidir.

SELİM: Peki ya Dostoyevski?

MİSTERPARKHAYD: İngiltere’de bu konular serbestçe tartışılabilir.

ALPASLAN: Daha söz isteyen çok delege var. Konuşmanızı kısa kesin.

DELİKANLI: Ben buraya geldiğimde… (Heyecanından konuşamaz.)

TÜRKMÜTEFEKKİRLERCEMİYETİGENELİDAREKURULUÜYELERİNDENBİRİ: Arkadaşlarım adına size şu açıklamada bulunacağım. Biz esas itibariyle bu teşebbüse karşı değiliz. Yalnız, bilmek istediğimiz bazı hususlar var. Bir kere, tarihimize saygılı kalınacak mı, bunu bilmek istiyoruz. Saniyen, bir referandum yapılarak buradaki delegelerin umumi temayüllerinin öğrenilmesinde sayılamayacak faydalar mülahaza ediyoruz. Böyle hayırlı bir teşebbüsün karşısında olmak aklımızdan ve hayalimizden geçmez, geçmemelidir. (Bu iş reyle hallolmaz sesleri. Soldan alkışlar.) Fakat zaten sınırlı olan gücümüzü böyle olur olmaz teşebbüslere harcamak taraftarı da değiliz. Bir komisyon seçelim, her defasında bütün arkadaşları buraya çağırmak külfetinden kurtuluruz, onlar da gelmek zahmetini ihtiyar etmezler. Sonra, yurdun muhtelif bölgelerinin nabzını yoklayarak bütün temennileri bir merkezde toplarız. (Delikanlı yerinden fırlayarak kürsüye yaklaşmak ister. Genel idare kurulu üyeleri kendisini tutarlar. Maksim Gorki, konuşmacıyı kürsüden indirerek yerine geçer.)

MAKSİM GORKİ: Arkadaşlar, her ne kadar konulara yabancı isem de kitaplarımdan beni gayet iyi tanırsınız. Biraz önce bir arkadaş Dostoyevski’den söz açtı. (Selim, gösterilen ilgiye, başını sallayıp gülümseyerek mukabelede bulunur.) Ben de sözü oraya getirmek istiyordum. Artık, roman ve romancılarla bu işi yürütmenin modası geçti arkadaşlar. Onların başımızın üstünde yeri var.

ŞÜKRÜ: (Oturduğu yerden): Yok.

ALPASLAN: Konuşmacıya müdahale etmeyelim. Size bir ihtar veriyorum. (Dışarı at sesleri)

MAKSİM GORKİ: Bize nasihat vermeyiniz, yol gösteriniz.

OSMAN HAMDİ BEY: Traktörler hakkındaki sözlerim yanlış anlaşıldı. Söz istiyorum.

MAKSİM GORKİ: İkide bir de sözümü kesmeyin. Bakıyoruz, bu ülkenin iyiliğini isteyenler bir araya geliyorlar, iyi niyetlerini birleştirmek için bir araya geliyorlar, sonra birtakım tariflerde anlaşamadıkları için her biri bir tarafa gidiyor.

DELİKANLI: Arka sıralarda kaça kaç oynayanlar var.

BURHAN: Sağduyuya ihtiyacımız var.

YENİKUŞAKTANBİRGENÇ: (yerinden kalkarak): kitabımız yok.

MİMAROLDUĞUSONRADANANLAŞILANBİRGENÇ: (oturduğu yerden): Uçak sanayiinde dönen dolapları anlatmak istiyorum. (Konuş konuş sesleri) Bildiğiniz gibi uçak üç kısımdan ibarettir: kanat kısmı, gövde kısmı ve kuyruk kısmı. Alman aleyhtarı bir filmde…

SUFLÖR (yavaşça): Amerikan aleyhtarı.

MİMAROLDUĞUSONRADANANLAŞILANBİRGENÇ: Sovyet aleyhtarı bu filmde, Naziler yeni bir bomba icat ediyorlar ve uçağın gövdesiyle birlikte…

HİTLER: Herkes sıkıldı. On dakikalık ara verilmesini teklif ediyorum.

(Herkes paketlerini açar, haşlanmış yumurta ve Çemberlitaş turşusu yerler.)

ALPASLAN: Oturumu yeniden açıyorum. Yoklama yapacağım.

SUFLÖR (Yalnız Alpaslan’ın duyacağı yavaş bir sesle): Aman yapmayın. Herkes gitti.

ALPASLAN: (Yavaşça suflöre): Nasıl olur? Ben kimseyi görmedim.

(Oda yavaş yavaş aydınlanır. Selim, bütün delegelerin aydınlıkta yerlerini aldıklarını görerek rahat bir nefes alır.)

ZİYA GÖKALP: Herkes okuma kitaplarını getirdi mi? (Selim’e dönerek) Sizin kitabınız nerede? (Selim telaşla bir kitap uzatır, hayretle bunun Türk Meşhurları Ansiklopedisi olduğunu görür.)

ZİYA GÖKALP (Tekrar): Bakanlık müfettişi olmam dolayısıyla bana biraz daha saygı göstermeniz gerekirdi.

SELİM: Ben sizin adınızı duydum sadece. Bir de tesadüfen bir şiirinizi okudum. Fakat burada göreceğimi bilseydim…

DELİKANLI (arkadan): Biz burada gayet iyi anlaşıyoruz.

ZİYA GÖKALP: Kitaplarınızın iki yüz elli altıncı sayfasını açın. Alıştırma yapacağız.

SELİM: Ben üniversiteyi bitirdim. Artık bu konuda yeniden imtihan edilmesem iyi olur.

OSMAN HAMDİ BEY: Diplomanızda bazı yanlış harfler görüldü. Bu yanlışlığı izah etmek üzere söz istiyorum.

NAMIK KEMAL: Osmanlı hanedanının şu andaki durumundan bahsetmek istiyorum. Yavuzların, Kanunilerin torunları bugün gurbet ellerde fakrü zaruret içinde bulunmaktadır.

ARKADANSESLER: Yüzbin geliyor. Yol açın.

(Bizi sattınız, alçaklar, dönekler sesleri. Yüzbin girer.)

YÜZBİN: Beni reddetmeden iyi düşünün. Bu parayla iki yüz tane masa ya da beş yüz tane sandalye ya da elli bin Kastel kalem alabilirsiniz.

DELİKANLI (arka sıralardan kalkarak öne doğru yaklaşır. Ağzında sigara, elinde, saklamaya çalıştığı iskambil kâğıtları vardır): Bu teklifi daha iyi incelemek için hesap makineleri gelsin. (Hesap makineleri gelir.) Bu arada sizlere…
(dili dolaşır, susar.)

(Bir süre yalnız hesap makinelerinin sesi duyulur.)

YÜZBİN: Benim de ileri sürmek istediğim bazı şartlar var.

BURHAN (aceleyle): İki gruptan her biri, kendi aralarından üçer kişi seçsin. Ben de başkan olarak sizleri, uzlaştırmak amacıyla yarın saat ikide Hitler’in yazıhanesinde toplayacağım.

HİTLER (ağlamaklı bir sesle): Bu benim için bir şereftir. Kahve mi içersiniz çay mı?

YÜZBİN: Durumu açık olarak anlatamadım galiba.

DELİKANLI (şarkı söyler): Gemilerde talim var, Kumarda talihim var.

(Kapı açılır: içeri iki resmî, bir sivil, bir de kıyafet değiştirmiş polis girer. Yüzbini yakalayıp götürürler. Sahteymiş, kendine yüzbin süsü vermiş sesleri.)

ABDÜLKADİR: Ben bunun böyle olacağını bilmiştim. Zavallı kızın durumu ne olacak şimdi? (Aklını başına toplamak için saçlarını tarar.)

ARTIKMİMAROLDUĞUANLAŞILANGENÇ: Dönen dolapları izah etmek istiyorum.

OSMAN HAMDİ BEY: Bir yanlış anlaşılma oldu. Söz istiyorum.

YÜZBİN (bir an kapıda görünür): Vatan sağ olsun.

ABDÜLHAKHAMİT: Şimdi buradaydı, gitti elden.

HİTLER (ağlar): Ben yaptım, siz yapmayın: yeni bir savaşa engel olun.

FUZULİ: Bizim burada kalmamız artık gerekli değil galiba.

BAKİ: Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde.

NEDİM: Gemilerin ipleriniibrişimdenyelkenleriniatlastanlazımlıklarınıaltındankürekleriniabanozdandümenininazariyeden, kıçsarasımaltıdokuzluk… (Susturamazlar, kendi kendine devam eder.)

SUFLÖR: Hep bir ağızdan marş söyleyin.

ŞÜKRÜ: Emekçilerin yedekçileri olan sizler, sizlere sesleniyorum: Yalnız Dostoyevski’yle yaşanmaz.

MASKİM GORKİ: Bana sen diyemezsin.

ALPASLAN: Susun susun susun.

DELİKANLI (ayılmış): Aramızda polis var. Bütün söylenenleri kaydediyorlar, dosyaya geçiriyorlar. Dosyası olmayana yeni dosya açıyorlar.

NAMIK KEMAL: Yeni dosyalar için üç vesikalık fotoğrafla bir tercümeihal lazımmış.

(Herkes üçer fotoğrafla birer tercümeihal verir. Polisin önü kalabalıklaşır)

POLİS: Sıraya girin, birer birer müracaat edin. İtişmeyin.

KALABALIĞIN ÇIKARDIĞI GÜRÜLTÜ, GİTTİKÇE DAYANILMAZ BİR HAL ALIR. KALABALIKTA DALGALANMA BAŞLAR. BOĞULUYORUZ PENCERE AÇIN SESLERİ. PENCERE AÇIN. HİÇ OLMAZSA HAVA DEĞİŞSİN. HERKES İTİŞE KAKIŞA KAPIYA KOŞAR. YERE DÜŞENLER, EZİLENLER, KARIŞIKLIK.


Mısra 509: Gene böyle yaldızlı ve… , Oğuz Atay – Roman, Bir Kısmı
Kaynak: Tutunamayanlar, Oğuz Atay, İletişim Yayınları
Gönderen: Samet Altun, (12.09.16, 21.10)