roman

İnsan Anlatmak İstiyor, Oğuz Atay


Hikmet’in odasında oturuyorlardı. Kahvelerini içiyorlardı. İlkbahar gelmişti: Pencerenin önündeki ağaç, daha koyu bir gölge veriyordu. İnsanlık üzerine uzun bir tartışmaya giriştiler. “Parçayı oyun biçimine getirirsek, ayrıca yalnızlığa da bir rol vermek gerekecek albayım.” Hüsamettin Bey de konuyu dağıttığını söyledi Hikmet’e. “İnsanlığın yalnızlıkla birlikte anlatılması güçtür oğlum.” Hikmet, hararetle karşı çıktı: “Siz bilmezsiniz albayım: İnsanlık tek başına kollarımda can verdi. Yanında kimseler yoktu.”

“Ben derim ki insanlık böyle oyunlara gelmez.”

Hikmet durgunlaştı: “Elimden başka türlüsü gelmiyor albayım; ortaya rezillikten başka bir şey çıkaramıyorum.”

Hüsamettin Bey sözü değiştirmek istedi: “Şimdi bırakalım bunları. Hanım kızımızdan ne haber?”
Hikmet biraz sıkıldı: “Birbirimizi seviyoruz albayım.”

“Allah belanı vermesin,” dedi Hüsamettin Bey. “Onunla da böyle mi konuşuyorsun?”
“Her zaman değil albayım. Siz yabancı değilsiniz; bazı duygulu anlar geçirdiğimi itiraf edebilirim size. Fakat göz göze gelerek elele tutuşmak da tehlikeli oluyor. Bu yaştan sonra deli derler adama: Çocuklar peşimize takılır sonra.”
“Sen adam olmayacaksın,” dedi albay. “Ben de Bilge’ye her zaman bu sözünüzü tekrar ediyorum albayım, fazla ümide kapılmasın diye. Gönlünün rüzgarına kapılıp gitmesini istemiyorum. Artık bizim gibi emeklilere yakışmaz albayım böyle şeyler. Aslında bu yaştan sonra insan, bizim gibi, dünya ile ilişiğini kesip kendini tarih ve tiyatroya vermeli. İhtiyar damarlarımdaki yorgun kan, bu aşka isyan ediyor albayım; her an nefes nefese yaşamaya bünyem dayanmıyor.”

“Saçmalama,” dedi Hüsamettin Albay. “Bu sözünüzü de hep söylüyorum ona. Uzaktan size çok hayran. İnşallah bir gün getirip elinizi öptüreceğim.” Sonra birden kızdı: “Sevgilisi olan bir arkadaş kadar çekilmez yaratık yoktur. Hep bir esrar havası yaratırlar, değil mi? ‘Senden çok bahsediyoruz,’ derler. Allah belâmı versin benim! ‘İlerde inşallah tanıştırırım ikinizi. Seni çok merak ediyor.’ Ben belâmı buldum albayım! İnsan bir de, sevgilisi yüzünden kendini bir şey sanıyor. Biliyorsunuz süt dökmüş kedi gibiydim eskiden.”

“Bilmiyorum,” dedi albay. “Seni ve süt dökmüş kediyi yanyana düşünemiyorum.”

Hikmet duymadı: “Şimdi aslan kesiliyorum albayım.”
“Kızı üzmüyorsun ya Hikmet?” diye mırıldandı Hüsamettin Bey.
“Üzüyorum albayım. Sonra gidip ne diller döküyorum bilseniz. ‘Neyin var canım?’ filan diyorum. Daha neler söylüyorum. Gözlerine filân bakıyorum. Siz gerçekten doğru söylüyorsunuz albayım: Ben adam olmam. Ben, tek başıma yaşamalıyım; başkalarını zehirlememeliyim. Dama çıkıp ulumalıyım kurtlar gibi.”

“Kediler,” dedi Albay, “Miyavlarlar.” Hikmet gülümsedi; “Sizi de bu mizah duygusu kurtarıyor albayım.” Ellerini iki yana açtı: “Ne yapalım? Şehir kurtları da yer darlığı dolayısıyla dama çıkıyor. Kendime engel olamıyorum: Yanımda sıcak bir varlık bulunca bencil oluyorum. İnsan, sevdiğini üzmek pahasına ondan yararlanmağa çalışıyor. Bu arada benim gibi, aşağılık durumlara düşüyor. Çünkü neden? Çünkü yalnızlık ve karanlık onu vahşileştiriyor. Gün ışığına ve insana alışamıyor. Derler ki kurt köpeklerini karanlık bir yere kapatırlarmış hırsızlara karşı yetiştirmek için; hayvan takımı bile başka türlü ısırmayı öğrenemezmiş.” Ayağa kalktı: “Hemen gidip getireceğim onu.”
“Otur,” dedi Hüsamettin Bey, “Anladım.”

“Haklısınız albayım.” Oturdu. 

“Fakat, Allah kahretsin, insan anlatmak istiyor albayım; böyle budalaca bir özleme kapılıyor. Bir yandan da hiç konuşmak istemiyor. Tıpkı oyunlardaki gibi çelişik duyguların altında eziliyor. Fakat benim de sevmeğe hakkım yok mu albayım? Yok. Peki albayım. Ben de susarım o zaman. Gecekondumda oturur, anlaşılmayı beklerim. Fakat albayım, adresimi bilmeden beni nasıl bulup anlayacaklar? Sorarım size: Nasıl? Kim bilecek benim insanlardan kaçtığımı? Ben ölmek istiyorum sayın albayım, ölmek. Bir yandan da göz ucuyla ölümümün nasıl karşılanacağını seyretmek istiyorum. Tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan; bir yandan da kılına zarar gelsin istemiyor. Küçük oyunlar istemiyorum albayım. ‘Canım, bugün üzgün görünüyorsun,’ demek istemiyorum. ‘İstemiyorsan buluşmayalım,’ dedi geçen gün. Buyrun bakalım. Ben de çekilmez huysuzluklar etmiştim; bu sonuca katlanmalıydım. Ben ne yaptım? Neyse, geçelim albayım. Fakat beni anlıyor: Bütün geçmişimi anlattım ona, hep haklı çıktım. İşte böyle anlarda çileden çıkıyorum albayım: Kendimi unutup zafer sarhoşluğuna kapılıyorum. Oysa bütün bu ilişki bir can sıkıntısı yüzünden başlamıştı.”

“Kendini yakıp bitiriyorsun oğlum Hikmet,” dedi Hüsamettin Bey. Hikmet atıldı: “Değil mi albayım?” Kağıdı sehpadan aldı: “İnsanlık öldü. Belki de hiç yaşamamıştı.”


İnsan Anlatmak İstiyor, Oğuz Atay – Roman, Bir Kısmı
Kaynak: Tehlikeli Oyunlar, Oğuz Atay, İletişim Yayınları
Gönderen: Samet Altun, (28.08.16, 04.24)

“insan anlatmak istiyor”, epilog’da yayımlanmış ilk eserdir. yirmi sekiz ağustos iki bin on altı