şiir

Dağınık Olan, Bölünmez Olan, Yves Bonnefoy

“Bir dünya istiyorsun, dedi Diotima.
Bu yüzden her şeye sahipsin ve hiçbir şeyin yok.”

Hölderlin, Hyperion

Evet, cama
Bir kaçış denemesinde
Boğuk çarpmalarla
— Bağırarak bazen
Daha yüksekte bir başla.

Evet, gecede,
Televizyonun kıyıyı aradığı,
Eski umudun
İmgenin dudaklarına eğildiği,
Kanın yalnızlığında
İmgenin çıplak omzunu
Isırdığı.

Evet, geceyle
Anlam ihtiyacının
İmgenin soğuk bağrına uzun süre dayandığı
Ve tek başına, içi çok sıkılmış,
Başka bir yana döndüğü, boş arzunun burçları altında.

Evet, tanrıyla
Bir kuzu görünümünde dolaşan
Yük arabasının yanında,
Bütün gece yanan ampulıın altında.
Duruyorum, duruyor,
İlerliyorum, ve bu yüz

Dağılıyor, aydınlatarak

Bacağımı, onu
Dünyanın dışında gıcırdayan kırağına iten.

Evet, sesle
Şiddetli —          sessizliğine karşı,
Omuzun çarpmasıyla
Şiddetle —         uzaklığına karşı
— Ama aldırışsızdık yıldırımınla bölersin sen
Ansızın siyah gökyüzü,
Yalnızlığımızın ekmeğini masada.

Evet, titreşen kapısıyla
Esintinin
Delinmiş görünümün
(Ve çıkarsam kör olacağım
Renkte).

Evet, titreşimle ki bazen
Bitiyor gibidir.
Evet, hararetle ki başlar yeniden geç vakit dünyada.

Evet, akşamla
Rengin küllerini kımıldattığında,
Hızlandırarak kör elleriyle
Işıksız alevin yükselişini.

(Yıldırım,
Çıplak boğazında haykırmış olan ağaç,
Ve sen
Gökten kalan.)

Evet, dorukla, aydınlanmış,
Bir saat daha.
Evet, elle
Çizen, şiddetle, çizgisini doruğun
Ki sonsuz,

Ki geleceksiz,
Bazen açık bir mürekkebe batmış, bazen koyu
Ve yersiz, tek başına giden ışıkta.

Evet, o günlerle
Gökgürültüsünün dolaştığı, daha şafaktan önce.
Yollarımla ıslak otlarda
Ki bükmüştü onları gece taş tekerlekleri altında.

Evet, böğürtlenleriyle
Dorukların taşlarda. Şıı ağaçla, ayakta
Göğe karşı.
Alevleriyle, her yerde,
Ve sesleriyle, her akşam,
Gökle toprağın evlenmesinin

(Geç vakit, sünger ittiğinde
Biraz parlayan masanın üstünde
Ekmekle şarabın kırıntılarını.)

Evet, iki tahta sütunla
Terk edilmiş,
Evet, tuzla
Katılaşmış, siyaha boyanmış mutfağın kutusunda,
Evet, alçı torbasıyla: açılmış, katılaşmış,
Sahip olunamazın tanesi, aydınlatan.

Evet, delikle
Ocağın yanında, hâlâ açık
(Ve kazmayla kürek orada kaldılar
Duvara karşı: çağrılan duvarcı
Henüz geçti, sessiz,
Başka bir işe başka bir odada.)

Evet, bu yerle
Kaybedilmiş, hayır kurtarılmış
Böğürtlenlerden, sonra da küllerinde bir umudun.
Bu arzuyla, yenik, hayır yok olmuş

Çünkü öylesine derin yaşamışızdır ki
Bu ışığın bize verdiği günleri!
Hava güzeldi daima, ölünecek kadar güzel,
Etraftaki kırlar ıssızdı,
Duyardık yalnızca soluduğunu toprağın
Ve gıcırdadığını kuyu zincirinin, nedeni
Fazla gök gibi kovadan diişen zamanın.
Çalışırdık şurda burda, büyük odalarda,
Konuşurduk pek az, paslı bir sesle
Saklandığı gibi bir anahtarın bir taşın altında.
Gelirdi bazen gece, yularların ucundan,
Üstü sivah tonozla örtülü vetkin kadın, iten
Hayvanlarını, sessiz, sürekli güneşin sularında.

Ve uyusun
Olduğumuz mutlakta
O ev ki bir yarık gibiydi
Göğün gürlediği, düş gören kuşun gelip
Gecesel barışı içtiği… Açığa vurulmamış,
Fazla büyük, fazla gizemli adımlarımız için,
Yalnızca değelim onun karanlık omzuna,
Rahatsız etmeyelim eşit bir solukla
Toprağın düş kaynaklarından alıp taşıyanı.
Bırakalım sadece, geri geldiğinde,
İşareti okuduğumuz şu taşları, onun ıssız bağrına.

Ne çok tamamlanamaz iş denerdik,
Ne çok akıl ermez işarete dokunurduk
Cahil ve öyleyse gaddar parmaklarımızla!
Ne çok yanılgı ve ne çok yalnızlık!
Bellek yorgun, kuşkusuz, zaman dar,
Yol sonsuz daha… Ama göğün
Daha kırmızılaşan taşları var akşam
Yönünde, ve konaklayan yaşamlarımızda,
Bazen çoğalan ışık, alırsın ve yakarsın.

Evet, geceyle
Yukarıda, yaz odamızda
Bir kayık gibi giden, duraksayarak bazen
Göğün köpüğünde (ve görüyorum hâlâ
Sırı yarılmış aynada,
Yeniden çözdüğünü, uzak,
O yılların kırmızı giysisini, sen,
Camlardaki yıldız kadar sonsuz, aldığın vakit
Tamamlanmamış düş eliyle
Şafağın şimdiden filizlendiği anaforlarda, uykudan
Gülünü her günün yoksa ölümlü.

Bakıyordum
Beliriyordu öbür kayık, bir ateş
O da duraksayan
Ve o da ilişilmemiş, yaşam gibi,
Vachères dağının sarmaşan dallarında.

Ve pekâlâ inebilirim
Daha, geçebilirim karanlık odaların içinden,
Açabilirim, eskiden olduğu gibi, atabilirim
O her yeni günün adımlarını bağlar arasında
Daimi devinimsizliğinde gökyüzünün,

Hava güzel,
Ev sürdü, yıldızın
Yükselmeye devam ettiği gibi açık gökte,

Ve Firavun’un kızı elbet burada uyuyor,
Göğüsleri serbest,
Irmağın ortası akıntısının
Yol gösterdiği bu yatakta).

Evet, “büyük tavanarası” yla

Ve Jean Aubry ile, Orgon’dan,
Ve oğulları Claude ve Jean ile.
“Biz bugün karşılıklı
Dostluk sözü verdik.” Tarih yok.

Evet, yıkık kemeriyle
Eşiğin,
Eksik taşım bulduğumuz
— Geç, barış ırmağı, çiçekleridir yeniden
Bu kıyının karanfilini.

Evet, parlayan camla
Orada ki, yeniden biçimlenmiş,
Dışarıdaki el, yalın, uzatır yemişi
(Ve bu kayık kırmızıdır, günbatımından,
Sanki ilk ağacın yemişi
Bitirmiştir gününü dallarında
Dünya acısının. Ve gitmektedir,
Düşünerek, başka bir kıyıya doğru.)

Evet, bu ateşle,
Onun ateş yansımasıyla durgun su üstünde,
Yerimizle, giden,
Ateş yoluyla olgun yemiş altında.

Evet, öğleden sonrayla,
Ki her şey sessizdir, sonsuz olduğundan,
Zaman uyur dünün ateşinin külünde
Ve cama çarpan eşek arısı dikmiştir
Çoğunu , şimdiden, dünya yırtığının.
Uyuyoruz, yukarıdaki odada, ama gidiyoruz
Ve daima, taşlar arasında.

Evet, vücutla
Yumuşaklıkta ki kördür ve bir şey istemez
Ama tamamlar.

Ve onun camlarına yapraklar daha yakındır
Daha aydınlık ağaçlarda. Ve durur yemişler
Aynanın köprü kemeri altında. Ve güneş
Yüksektir daha, masadaki
Yazın ve birkaç çiçeğin sepeti ardında.

Evet, doğmakla,
Hiçten alevi yapmış olan,
Ve karıştıran, yatışmış,
Bizim iki yüzümüzü.

(Eğilirdik, ve su
Hızlı akardı,
Ama ellerimiz, orada kırılmış,
Aldılar imgeyi.)

Evet, çocukla

Ve şu birkaç sözcükle,
Bir çocuk ağız için kurtardığım. “Gör,
Bu bahçe dibinin yılanı hiç terk etmiyor
Şimşirin tatsız gölgesini. Onun bütün arzuları
Sessizlikten ve uykudandır taşlar arasında.
Şeyler içinde adlandırmak acısı
Bitecektir.” Bu şimdiden müziktir omuzda,
Müzik onu koruyan kolda,
Söz barışmış dudaklarda.

Evet, sözcüklerle,
Birkaç sözcükle.

(Ve bir elle,
Kuşkusuz, kırbacı kaldırmak, anlama küfretmek,
Devirmek
Araba dolusu imgeyi taşlara
— Öbürüyle, daha derin, alıkoymak.

Çünkü bilmeyen
Yalın bir düşün hakkını, ki ister
Anlamı doğrultmayı,
Kanlı yüzü yatıştırmayı,
Yaralı sözü bir ışıkla renklendirmeyi,
O,
Nerdeyse, bir yeryüzü yaratmakta nerdeyse bir tanrı olsa da,
Merhametsizdir , varmaz
Doğruya, ki bir güvendir yalnızca, hissetmez
Kendi farkı üstüne kasılmış arzusunda
Yüce sapmasını bulutun.
Kurmak ister! Belki yalnızca
Bir yıldırım izi, bitkin, korumak adına
Gurur içinde bir biçimin hiçliğini,
Ve düşlemektir, bu da, ama mutluluktan yoksun,
Ulaşmayı bilmiş olmadan kısa toprağa.

Hayır, bölme
Ama kurtar, ve güven ver “Yazmak”, bir şiddet
Ama saf su tadındaki barış için.

Güzellik,
Çünkü bir anlamı var bu sözcüğün, ölüme karşın,
Bir araya getirsin dağlarımızı
Yaz suyu için, dar,
Ve çağırsın onu otlarda,
Tutsun elini suyun yollar içinden,
Götürsün buradaki suyu, azıcık, saydam ırmağa.)

Evet, tuttuğum elle
Bu toprakta.

Ve dışarıda
Şimşektir yeniden,
Kopan,
Alttan bağıran, kayan,
Renksizleştircn
Göğün sonunu taşlarda.

Yürüyerek geçerken
Az derin dereyi taşlar arasında.

Evet, güzellikle, çıplak,
Yırtık, kapalı bir şey varken omzun deviniminde.
Evet, seninle — ki durmuşsun
Geçidinde göğün,
Yıldırım, açılmış entari
Yemişleri karanlık toprağın bolluğuna.

Evet, ölümle,
Evet, sonu olmayan yaşamla.

Yeniden cisimlenmiş dün, bu akşam, yarınla,
Evet, burada, orada, başka yerde, burada, orada yine

(Ve düşlenen kitabın, ateş
Sayfalarını çevirdi.
Onları ensesinden yakalamıştı ve ağırlaştırmıştı
Isırmasıyla.
Kayboldular, onun
Eğri eksenine göre
Ki bükmüştü onları,
Sevmek gizi benzeri,)

Evet, yanılgıyla bile
Giden,

Evet, sade mutlulukla, kırık sesle.

Kabarsın (evet toplanmış, yanmış,
Dağılmış,

Tuzu
Yükselen boraların, açmış havaların.
Külü
Kaybolup gitmiş hayali dünyaların,

Şafak, oysa,
Dünyaların doruklar yanında geciktiği.
Soluk almadalar, birbirine
Sokulmuş,
Sessiz hayvanlar benzeri.
Kımıldıyorlar, soğukta.
Toprak bir ıslak dallar ateşi gibi,
Ateş, düşte görülen bir toprak gibi),

Ve yansın, evet, beyazlaşsın sonra akın etsin
(Yaşamak, bulutlar
Gizlice itilmiş, parıldamak,
Bitmek,
Olanaksızın kanadı yeniden katlanmış)
Dalga sınırsızca sakınmasızca.

Sözcükler gökyüzü gibi
Bugün,
Birleşen, dağılan bir şey.

Sözcükler gökyüzü gibi,
Sonsuz
Ama hepsi birdenbire küçük su birikintisinde.


Dağınık Olan, Bölünmez Olan, Yves Bonnefoy – Şiir
Kaynak: Seçme Şiirler: Yves Bonnefoy, Kavram Yayınları
Gönderen: Tuğba Yerlikaya, (05.01.19, 19.29)