deneme

Bir Öğretmen, Melih Cevdet Anday

Mısır’ın eski Devlet Başkanı Nasır demişti ki, “Türklerin dilinden Arapçamızı çekip alsak, bunlar konuşamazlar.”

Demek, ona göre, Türkçe diye bir dil yok. En ilkel toplulukların dilleri var da bizim dilimiz yok. Oysa bir dil bilgini şöyle der: “Ne denli geri gidersek gidelim, dil’i buluruz.” İptida kelam var idi.

Anlamıyor değilim, Nasır’ın demek istediği o değil; Türklerin Arapça ile düşünebildiklerini söylemektir amacı. Peki, Türkler İslamiyeti benimsemeden önce düşünmüyorlar mıydı?

Daha şaşırtıcı olanı, Arap aydınlarının Türkçecilik akımına karşı olmalarıdır; bize, “Geçmiş kültürümüzle ilişkimizi koparıyorsunuz” diyorlar. Oysa İslam uygarlığının belli başlı yapıtları, Cumhuriyet’ten sonra dilimize çevrilmiş ve basılmıştır. Bu yapıtlar medrese öğretiminde naklen anlatılırdı. Ama bizim şeriatçılar da Türkçeciliğe karşıdırlar. Neden? Çünkü Arapça kutsal dildir; Tanrı, Kuran’ı o dilde indirmiştir. Bunun saçma olduğunu yazıp söylerseniz size ‘kafir’ derler. Bunun da sonu nereye varır, bir düşünün!

İslam ülkelerinde Türkiye’ye karşı ikinci kızgınlık konusu, bizim laik olmamızdır: “Müslüman laik olur mu hiç?” diyorlar, “Dinsizliktir bu.”

Oysa dinsiz bir toplumda laikliğe gerek yoktur. Din olmalı ki, onu devlet işine karıştırmayalım. Din devleti kuruldu mu da, dindışı düşünce yasak olur. Daha doğru ‘düşünme’ yasaklanır; Tanrı düşünmüştür ya, onu yetersiz bulmak en büyük ‘günah’ olur çıkar. Dinlerin güzel yanlarından biridir bu, aklımızı çalıştırmamıza gerek kalmaz artık.

Bunlara şapkayı, kadının örtüden kurtulmasını ve elbet Latin alfabesini de katarsanız Arap’ın gözünde ne duruma düştüğümüz açık olarak ortaya çıkar.

Sonuca gelelim… Atatürk Devrimleri denilen toplumsal değişim atılımları, Arap kültür-uygarlığından, Batı kültür-uygarlığına geçme girişimleridir. Atatürk faşist değildi, dahası diktatör de değildi, öğretmendi ve her öğretmen sıkıdüzencidir; çünkü derste “Dünya dönüyor” dedikten sonra, “Çocuklar bunu kabul ediyor musunuz?” diye sorulmaz.

Batı kültür-uygarlığına geçmeyi ‘taklit’ saymak, kısaca, saçmadır; çünkü “Biz Arabı taklitle yetinelim” anlamına gelir.

Konunun bizdeki kavgası ise, Ziya Gökalp’in, kültür ile uygarlığı ayırmasından kaynaklanmaktadır. Ona göre, kültür ulusaldır, uygarlık ise evrensel. Böylece “Ulusal kültürümüzü yok ediyoruz” sözü ortaya çıkmıştır. Ama kimse “ulusal kültür”ün ne olduğunu bilmemektedir. Gide gide, ulusal kültürün içine ‘din’ de sokulunca, durum, Atatürk’ü kötülemeyi sonuçlamıştır. Oysa Atatürk Ziya Gökalp’in kültür-uygarlık bölümlemesine karşıydı.

Nasıl karşı olmasın! ‘Kültür’ün başına ‘ulusal’ sözcüğünü koydunuz mu, çoksesli müzik bizim değildir, kadının sahneye çıkması geleneklerimize aykırıdır, karı-koca el ele bir lokantaya mı gidiyor, bizim ulusal kültürümüze aykırıdır… deyip çıkıyorlar işin içinden.

Batıda ‘kültür’ün çeşitli tanımları vardır. Örneğin, Alman düşünürleri kültürü evrensel saymışlardır. Haklıdırlar. Bu tanımın içine elbette teknik buluşlar da girer. Bize gelince, bizim ulusal kültürcüler bütün teknik buluşları rahatça kullanırlar, minareye hoparlör de koyarlar, fakat laikliğe sıra geldiğinde ‘gavurluk’ derler. Oysa laiklik olmasaydı hoparlör olmazdı.

ÖĞRETMEN’e saygım gittikçe artıyor.


Bir Öğretmen, Melih Cevdet Anday – Deneme
Kaynak: Felsefesiz Yaşamak, Melih Cevdet Anday, Adam Yayıncılık
Gönderen: Samet Altun, (06.05.19, 14.19)