mektup

Martin Heidegger’den Hannah Arendt’e, Martin Heidegger

  Günüm bana çok büyük
  Ve benden çabucak kaçırılmış!
  Bu defa bütün sözler benden yüz çevirmiş – ve sadece ağlayabilirim, ağlayabilirim – ve neden sorusunun da bir cevabı yok – ve batmış – umutsuzca bekleyerek – şükranda ve imanda. “Şimdi melek ne isterse onu yapıyorum.”
  Her şeyi üzerime yükleyen o günden bu yana – sen – Wetzlar’ın seni kuşatan büyüsü hâlâ hissedilebilir – saçlarındaki çiçeklerin büyüsü de – alnının üstündeki tepeciklerin çizgileri ve diriliği – akşam serinliğinin güzel ellerinin içinde ürperişi.
  Ve senin büyük anın – içinde bir azize olduğun an – içinde büsbütün belirdiğin an. Yüzünün çizgileri geriliyor – içteki bir güçle sıkıştırılmış – hayatın taşıyıp getirdiği bir kefaretin gücüyle. Çocuk – ki bunu yapabilirsin – bunun içinde haşyetkâr ve yüce olmuşsun. Huşu hayatı kuşatmış ve ona yücelik vermiş.
  Senin önemli anlarında, akşam vedalaşması ile mutluluk arasında, bunu görüyorum dünyaya ait olmayan yüzünde, minnetle, ruhun yüce bir affa mazhar olmuş ve sen onu hizmet ederek koruyorsun. Günlüğünde anlattığın her şey – burada – üstesinden gelinmiş, unutulmamış ve bir kenara itilmemiş, bilakis kendi hayatının en derununda aslolana eklenmiş. Ve sonunda çok mahcupsun, aslında hakiki mahcubiyet daima aşırı mahcubiyettir, seni bilen ve kabul eden Tanrı’nın onayını ruhunun efendisi kılmak için, ey azize, bu mahcubiyetini ve Tanrı’nın onayını muhafaza et – ve bir filozof – o, Augustinus ile sadece, denizi kumsalda bir çukurun içinde yaratmak isteyen ve bu arayışıyla hayat karşısında çaresiz kalan çocuğu görür.
  Sen bana son hediye olduğun anda, benim için o an oldun. Dünyevi – kör – yabani ve nizamsız olan hiçbir şey bu yakınlığa erişemedi.
  O sen olduğun için sadece sana teşekkür ediyorum. Şimdi onu yanımda, ruhumda taşıyorum; bu mücevheri korumak üzere Tanrı’dan o saf elleri benim için muhafâza etmesini diliyorum.
  Bu tatil sabahında böylece müsvettelerim ile defterlerimi bir kenara bıraktım ve Augustinus’tan de gratia et libero arbitrio‘yu okuyorum.
  Sana mektupların için teşekkür ediyorum – beni sevgine dâhil etmene – ey sevgili. Bunun, bu bir insana taşımak üzere verilecek şeylerin en zoru olduğunu biliyor musun? Her şeyin çaresi, yolları, sınırları ve anlaşılma imkânları bulunur – her şeyin buradaki anlamı: Aşkta olmak = en öznel varoluşuna sıkıştırılmış / sıkışmış olmak. Augustinus diyor ki: “Amo: volo ut sis: Seni seviyorum, öyleyse ne isen o olmanı istiyorum.”
  Sevgili Yürek, yaptıklarımın hikâyesi hakkında hiçbir şey söylemiyorsun. Biz iki insanız, zor konuşan, fakat susmayı da anlayan.
  İçinde gençliğinden bir mayıs günü hatırası saklayan, mis kokulu çiçeklenişin için teşekkür ediyorum.
  Ve “senin” şiirlerin için teşekkür ediyorum.
  Ve sana aşkın için teşekkür ediyorum ki muktedir miyim buna acaba ve iznim var mı?
  Önümüzdeki cuma saat 4’te çimenlerin arasında küçük bir yürüyüş yapmak için gelip beni alır mısın?
  Lütfen Scheler’i yanında getir.


Martin Heidegger’den Hannah Arendt’e, Martin Heidegger – Mektup
Kaynak: Mektuplar (1925-1975), Martin Heidegger & Hannah Arendt, Kaknüs Yayınları
Gönderen: Samet Cevher, (04.03.23, 17.07)