günlük

6 Ağustos, Oğuz Atay*

Üç aydan fazla zaman geçti, bu deftere bir satır, bir düşünce, bir duygu kaydetmedim. Bu arada kitabı bitirdim, yani üç yüz sayfa yazdım; onun telâşı vardı. Sonra, yeni bir şey yapmak isteğim yoktu. On gündür boştayım. İşinden ayrılmış biri gibi. Kitabı düzeltmeliyim. Vüsat’ı bekliyorum.

Bugün Sevin’den mektup geldi. Mektup bekleme telâşından kurtulamadım. 20 gündür yazmamıştı. Beklediğimi bilmek, onu da telâşlandırıyor. Bundan vazgeçmesi için onu inandırmalıyım ki ne isterse yapabilir. Yoksa, bilemiyorum, sadece ben bekliyorum diye mi yazıyor? Bunu istemiyorum.

Bugünlerde kendimden bahsetmek isteği yok. Bu deftere ikinci kitabım hakkındaki düşüncelerimi yazmak istiyorum. Aklımdan bir şeyler geçiyor ara sıra. Unutuyorum. Geldiği anda bu deftere yazmalıyım. ‘Tutunamayanlar’ gibi sayfa bir diye başlamak olmaz. Çok dağılıyorum.

Çoktandır aklımda; Perşembe günlerini sevmem diye başlayacak adam anlatmaya. Küçük hesapların ve kesintisiz kuruntuların hikâyesi. Tutunamayanlar’da şöyle bir dokunup geçtiğim konular var. Nazmiye Erdoğru aslında ilginç ve genişletilebilir. Selim’le oldukça güç bir tip, yani olumlu insan -bir bakıma- denemiştim. Şimdi sürekli olumsuz bir tip düşünüyorum. Küçük hesapların olumsuzluğunu. Kimsenin okumadığı kitapları okuyan, kötü yaşayan bir adam. Bu sırada zaten kendimi o kadar olumsuz hissediyorum ki kafamın yükünü alır biraz. Tutunamayanlar’dan çıkardığım Burhan, uygun bir biçimde ele alınabilir. Selim’in küçük gazetedeki yazı işleri müdüründe de bu adama uyan bir yön var. İsimleri bulalım. Adamın adı: Hikmet, kadının adı: Sevgi (sonradan değişebilir, şimdilik kolaylık sağlasın da). Hikmet, kendinde kötü gördüğü -ve engel olmadığı- her özelliği açıkça belirtiyor. Aşağılık bir adam. Self-concious olmalı. Hem de nasıl! Hikâyedeki bütün güzellikler, Hikmet ile Sevgi’nin ilişkisi. Sevgi bunu hiç anlamıyor. Hikmet farkında. Fakat kötülüklerine engel olamıyor. Gene de ilişkinin başından itibaren aralarında geçen her olayın küçük yönlerini görüyor. Son okuduğum Games people play‘in deyimiyle ‘bad games’ oynuyorlar birbirlerine. Underworld -Dostoievsky’nin anlamında- games. Kitabın başında Hikmet, Sevgi’den ayrılmış. Daha iyi de olmamış. Beter olsun! Olmak da istiyor. Çocukluğundaki bütün kötü huylarına dönüyor. Dolaşıyor ortalıkta ve hatırlıyor. Küçük şeyler yaşıyor. Sevgi ile yaşadığından daha küçük şeyler. İçki, tartışmalar… sonra bırakıyor, hatırlama yoğunlaşıyor. Yalnız hatırlama kalıyor. Delirebilir. Ya da onun gibi bir şey. Kafasının sürekli çalışması ve insanlar için kötü şeyler kurması gittikçe sırf fanteziden ibaret bir yaşantıya götürüyor onu. Bu arada, tutunamayanlar ile bir sürü ilişki.

Perşembe günlerini sevmem. Sabah sekizden akşam beşe kadar demek istiyorum. Yüz kere, bin kere alt alta yazmak istiyorum: perşembe günlerini sevmem. Sonunda insanlar anlasın ne demek istediğimi de sormasınlar gerisini. Can sıkıcı anılarımdan kurtulmak için daha iyi bir yol bilmiyorum. Perşembe günlerini sevmem. Daha ne istiyorsun benden? Sevmiyorum işte. Neyi seviyorum ki? Çiçekleri de, iki kiloluk gaz tenekelerinin içine doldurduğum toprakların ortasına sapladım: arsız çiçekler yetiştiriyorum. Tenekeler düşmesin diye pencerenin iki kasası arasına çıtalar çaktım: daha çirkin oldu görünüşleri. Çiçeklerle birlikte her soluk alışımızda havayı kirletiyoruz. Daha ne istiyorsunuz benden? Kafeste solucan filân beslememi mi bekliyorsunuz? Midem sağlam olsaydı onu da yapardım. Biliyorum, kimseyi kandıramıyorum: siz gene perşembe günü ne olduğunu anlatmamı bekliyorsunuz. Bu uzun girişten sonra, dişe dokunur bir, ne bileyim, bir esaslı olay, ya da ruhsal derinliği olan bir gözlem umuyorsunuz. Solucanla ilgili acı güldürücülüğüme kapılanlar da olabilir içinizde. Bir bilseniz arkasından gelen tatsızlığı. Bu nedenle, bana kalırsa, perşembeleri sevmem -usandım gene bir de ‘günler’ demeye- sözünü, sabrınız olduğu kadar tekrarlayın daha iyi. Yoksa siz de, ben de pişman olacağız. Perşembe günü ile yetinmeyeceğim. Daha şimdiden, arsız çiçekleri, solucanları soktum araya; perşembe günlerinden hiç bahsetmediğim halde.

Bazıları da diyor ki: bize ne senin perşembe günlerini sevmemenden ve ondan sonraki tatsızlıklardan. Haklısınız. İnsanlar acıklı sözler dinlemek istemiyorlar, onları üzmek çok zor: kitabı suratınıza kapatıveriyorlar, sıkışıp kalıyorsunuz sayfaların arasında. Bir takım aptal yazarlar, olur olmaz yerlerde -duvarlara, helâ kapılarına yazan çocuklar gibi- ‘İnsanları güldürmek çok zordur’ gibi saçmalıklar karalayıp dururlar. Çok kolaydır oysa. Ben, bu asık suratımla bile, çok güldürmüşümdür onları. Olur olmaz saçmalıklara gülerler utanmadan. Bir zamanlar güldürücü bir yaratık olarak bilinirdim. Karşı kaldırımda görünce beni gülmeye başlarlardı; yoldan geçen arabaların üstünden bağırırlardı benden duymuş oldukları gülünç sözleri. Siz hiç karşı kaldırımdan insanı ağlatan birini duydunuz mu? Bazı özel durumlar vardır elbette; bizim evde perşembe günleri temizlik yapan Fatma hanım radyoda mevlût okunduğunu duyunca bir yandan çamaşırları kaynatır, bir yandan da büyük bir gürültü ile ağlardı. Sonra annem de katılırdı bu ağlamaya. Ben de onlara bağırarak günaha girerdim. Ciddi insanları mevlûtla filân ağlatamazsınız elbette; fakat sözlerinizi saçma da bulsalar gülerler gene. Saçma bir üzüntünüze ise burun kıvırırlar. Bir sarhoş, büyük bir kalabalığın içinde, ağlamaya başlarsa, ağlatamadığı gibi güldürür herkesi kendine. Biliyorum, bir takım yazarlar, ince bir güldürü, demek istiyorlar. Bu çeşit bir incelik olsaydı bende, perşembe günleri sevmeyişimden de buruk bir tat almasını bilirdim.

Bilmiyorum, gene bu şekilde mi yazmalıyım, yoksa bir ‘uzun plan’ bir senaryo mu yapmalıyım önce. Sevin’e göndermeli birkaç sayfa yazıp. Bakalım o ne diyecek?


oğuz atay’ın el yazısıyla: 6 Ağustos


*yazı, günlük’ün bin dokuz yüz seksen yedi’de yayımlanmış ilk baskısından aktarılmıştır. ‘birtakım’ yazım hatalarının, dönemin yazım kurallarının günümüzdekinden farklı olmasından kaynaklandığını tahmin ediyorum.


6 Ağustos, Oğuz Atay – Günlük
Kaynak: Günlük, Oğuz Atay, İletişim Yayınları
Gönderen: Samet Altun, (04.10.17, 01.15)